Başa

Makalelerimiz

Erken Olgulaş(tırıl)mış Çocuklar Üzerine…

Modern hayat şartları ile beraber herkesin diline pelesenk olan bir kavram olarak karşımıza çıkıyor olgunlaşmak, olgun bir birey olmak. Ancak ne yazık ki bu kavramı yerinde kullanamıyoruz çoğu zaman. Yetişkinliği bir kenara koyalım, çocuklar için de bu kavramı nesillerdir kullanıyoruz.

‘Ah dün … nın çocuğunu gördüm, o kadar olgun ki. Bağımsız, kendi kendine yetebilen bir çocuk. Misafirlikte annesi sohbet ederken onu asla bölmüyor. Bir ihtiyacı varsa bile kendisi karşılıyor. Çok sessiz, sakin bir çocuk. İnanır mısın, hiç oyuncak kavgası bile etmiyor. Başka bir çocuk elindekini istesin, hemen veriyor. Öyle paylaşımcı, öyle olgun…’ Nasıl da övgü dolu cümleler ama değil mi? Toplum olarak nesillerdir süregelen, son zamanlarda şükür ki biraz kırılmaya başlayan bir bakış açısı bu. Toplumlar bağımsız, kendine yeten, kimseye ihtiyacı olmayan çocukları zevkle över, ödüllendirirler. Peki neden? Yaramaz olarak tabir edilen, hareketli, keşfedici çocukların çoğu zaman yerilmesine; erken olgunlaşmış çocukların ise bu denli yüceltilmesine yol açan nedir? İkisinin yetişkinlere hissettirdikleri arasında nasıl bir fark olduğuna biraz daha yakından bakınca nedeni görmek mümkün. Gerçek şu ki, çabuk büyüyen, ihtiyaçlarını belli etmeyen, bu ihtiyaçları karşılamak için yetişkinden yardım istemeyen erken olgunlaşmış çocukları yetiştirmek daha kolaydır. Bu çocuklar etrafındaki yetişkinlere hiç yük(!) olmazlar. Bunlar kolay çocuklardır. Yardımsever ve sevecendirler. Ebeveyn için risk barındırmazlar. Öte yandan yaramaz, hareketli, ebeveyne yapışan bir çocuk büyütmek çok daha zahmetlidir. Bu çocuk, yetişkin sıcak bir kahve içene kadar ondan sekiz tane ihtiyacını gidermesini talep edebilir. Dikkatleri üzerine toplaması daha olasıdır, daha görünürdür. Tabi bu durum yetişkin için risk anlamına gelir. Onun yetiştirdiği, onun bir yansıması olan bu kadar görünür bir çocuk… İkisini karşılaştırınca erken olgunlaşan çocuk kulağa ne kadar hoş geliyor değil mi? Oysa işin iç yüzü öyle değil. Çocuklar asla erken olgunlaşmak için dünyaya gelmezler. Ancak buna mecbur kalırlar. Esasında bir çocuk için normal olan, onun destek, rehberlik ve bağlantı kurabilmek için etrafındaki yetişkinlere bağımlı olmasıdır. Belki biraz kaygı uyandırıcı bir kelime bağımlılık, ama evet, doğru okudunuz. Bir çocuğun etrafındaki yetişkinlere bağımlı olması gerekir. Çünkü hepimiz, tüm insanlar, sosyal bir varlık olarak dünyaya geliriz. Bir topluluk içinde var olmak üzere yaşarız, tek başımıza değil. Şöyle bir doğaya bakın. Doğada çocukken etrafındaki yetişkinlere bağımlı olmayan tek bir canlı var mı? Muhtemelen bulamayacaksınız. Peki, uzunca bir süre ebeveynine bağımlı yaşayan bir yavru aslanın, büyüdüğünde daha az güçlü olacağını savunabilir misiniz? Hiç sanmam. Tıpkı doğada olduğu gibi, biz insanlarda da çocukken etrafındaki yetişkinlere bağımlı olan, ihtiyaçlarını ifade edebilen ve duyarlılıkla yanıt alan erken olgunlaşmamış çocuklar, yetişkin olduğunda çok daha olgun olurlar. Öte yandan erken olgunlaştırılmış bir çocuk yetişkin olduğunda yardıma ihtiyaç duymayı bir zayıflık olarak görür ve yardım istemekte zorlanır. Herhangi bir şekilde destek teklifini kabul etmek onun için zordur. Çoğu zaman kaygılıdır. Kendi duygusal ihtiyaçlarını fark etmek ve bunları dile getirmekle ilgili zorlanır. Diğer insanların duygusal ihtiyaçları ile bağlantı kuramaz. Zor duygular karşısında uyuşmuş hisseder. Mükemmeliyetçi olur, kendisindeki veya başkalarındaki hataları büyütme eğilimindedir. Çok fazla çalışır, birden fazla iş yapar ve hepsini kendisi yapmak zorundadır. Çünkü görevlerini devretmekte zorlanır. Yalnız başına bir iş yapamayan ya da yardım isteyen insanlara karşı tolerans ve sabır göstermekte zorlanır. Oysa biz sağlıklı, olgun bir yetişkinden bunları beklemeyiz. Yardım isteyen, duygularını ifade eden, sınırlarını fark eden, yapamadıklarını başkasına devredebilen, işbirliği içinde bulunacağı ve kendini ait hissedebileceği bir topluluk arayışında olan yetişkinleri daha çok onurlandırırız. Gerçekten de böyle yetişkinler daha olgun, hem fiziken hem ruhen daha sağlıklıdır. Çünkü hayatı tek başına mücadele ederek, kendi kendimize yetiyor-muş gibi yaşadığımızda doğamıza aykırı yaşamış oluruz. Ve en önce bedenimiz, sinir sistemimiz bize bunu hatırlatır. Kronik ağrılar, bitmeyen kaygılar, sıkça tekrarlanan hastalıklar, bağışıklıkta zayıflamalar ve ruhen/bedenen aldığımız yaralar ile…

Sanırım şimdi daha net. O yüceltilen, erken olgunlaş(tırıl)mış çocuklar aslında bir bakıma çocukluğu elinden alınmış çocuklardır. Ve yetişkin olduklarında muhtemelen çok zorlanacaklardır. Bir çocuk yalnızca çocuk olmalıdır. Tam da bu sebeple, lütfen unutmayalım. Çocuklarımızın büyüdüğünde bütüncül anlamda sağlıklı ve olgun yetişkinler olabilmesini kolaylaştırmanın tek yolu, çocukken doyasıya çocuk olabilmelerine imkan tanımak… Bunu yapmaya, çocukluğunu olması gerektiği gibi yaşayan, yardım isteyen, duygularını ifade eden, keşfeden, toplum içinde var olmaya çalışan çocuklarımızı onurlandırarak başlamak harika bir ilk adım olacaktır.

Sevgiyle…

Psikolog Tuğba OKTAR